11 Mart 2010 Perşembe

soul kitchen soundtrack

2 benim de söyleyeceklerim var
gece gece gezinirken, bu devismen müzikleri olan filmin, soundtrack albümünü buluverdim. o ki bu parcalar bana "hadi corba, kalk dansa gidelim" fikri asilamislardi...e o zaman indirmemezlik olmazdi...

indirme linki:

http://rs84.rapidshare.com/files/330698015/SoKiOST2009_Lethe.rar

sifre:
www.istek-muzik.com


***

istediginiz kadar müzik:

istek-müzik.com

10 Mart 2010 Çarşamba

eski arkadas ezginin günlügü degismis b'abi...

0 benim de söyleyeceklerim var

5 mart tarihli bir albüm geldi raki soframizin dostu, güzelim asklarimizin sahidi, siirlerimizin bestecisi, türkülerimizin baska yorumcusu olan ezginin günlügü'nden...

en son, 25 yila bir güzellik olsun diye "ceyrek" albümünü cikarmislardi. albümde onlar degil de, baskalari söylemisti. bundan önce, 2006 cikisli "dargin miyiz" vardi ki, ezginin günlügü severler icin yaklasik bir fiyasko niteligindeydi bu albüm. baska seviyorduk ve taniyorduk biz ezginin günlügü'nü cünkü...

grubun solistini de aslinda seviyorum; ama bir feyza erenmemis olamamasi rahatsiz ediyor beni. keskem olabilseydi. ne edeyim...
gelelim albüme.
albümün giris sarkisi kadiköy fena olmayan bir parca. yani insanin bi an hosuna giden parcalardan.
arkasindan gelen kopan bag, bence nirvanasi bu albümün. "bosuna dertlenmeyelim, yasandi bitti" minvalinde bir parca.
albüme adini veren eski arkadas, hicbir halta yaramaz. klise söz öbeklerini arka arkaya dizip bundan sarki yapmislar gibi.
eski günlerimiz, vasatin altinda denilebilir...
gözüm senden baska, hos parcalardan. yani müzigi hosunuza gidiyor.
ask güzel'den hicbir sey anlamadim.
gün usulca'da "camda yalnizlik gördüm" diyor ve burasi icinizi yakiyor.
siyah gözler'i gecelim. olmamis.
ask iki kisiliktir, bir siir bestesi yine. begenmedigim bir beste olmus.
ver elini ve yetmez mi...yetememisler.
yagma yagmur, raki sofralik. sözler de fena degil. sona dogru toparlamis albümü, biz tam dinlemekten bikmisken.
konustuk bütün gece, adi ile cok sey vaadeden; ama icerigiyle o kadar da aman aman olmayan parcasi albümün. (dinledikce bunu sevecekmisim gibi geliyor ama)


dört kere dinledim albümü. fikrim bu simdilik.

6 Mart 2010 Cumartesi

ve sonunda kucagimizda...bin jip!

0 benim de söyleyeceklerim var



resmen cakirkeyfim. önce onu bi bilelim. blogun icindeki cogu seyden sorumlu olmak istedigimi zannetmiyorum dksjnf.
esasinda cakirkeyf olmam icin de tek gecerli sebep yok ha...iki duble rakinin etkisindeyim ve de simdi burda anlatmaya niyetli olmadigim bir sürü güzelligin...

akabinde tesadüfen abimin evinde daha ambalajindan cikmamis halde buldugum kim ki duk eseri "bos ev" (bin jip) i de bulunda isler cigrindan cikti tabii. "oha, herhalde filmde treesome var. günün anlam ve önemine binaen izleyelim" dedigim seyin, sahane ötesi bir yapim olabilecegi aklima nerden gelebilirdi?

basrol oyuncularinin tek kelime konusmadigi ve yardimci oyuncularin da bülbül gibi sakimadigi bir film bu. bunun ötesinde bize aslinda cok da asina olmadigimiz bir hayatlar silsilesiyle geliyor.
rahatsiz etmesinin yaninda, dehset bir huzuru da pesinden getiriyor..

abimin deyimiyle "sinema tarihinin en güzel öpüsme sahnesi"ni barindiran bir film.
uzakdogu sinemasi hayranlarinin asla ve asla es gecmemesi gereken bir "bas yapit"...

duygusal zirtlak bir seyler oldugunu zannedenler!!!11 kim ki duk'u tanimiyor musunuz lan?!?!?!
filmi durdurup arada iki saat film ve de hayatimiz ekseninde sohbet muhabbet ettik. o derece güzel be!!11

-simdi arkami dönüyorum ve orda kimse yok :/-

1 Mart 2010 Pazartesi

bir kopusun fonundan görüntüler

0 benim de söyleyeceklerim var

ortak bir dil, insanlar ancak birbirlerinin hayatlarinda yeterince yer kaplayabiliyorlarsa ortaya cikar...
evet, ortak bir dil yasanmislik ister. bugün siz bu yasanmisligi 7/24 bilgisayar basinda oturup gevezelik ederek de olusturabilirsiniz; hergün ayni seylerde yenile(ne)rek de.
tercih tabii ki sizin. tercihlerinize burnumu sokmuyorum. ben, sevdigim adamin hayatinda hergün "yoluna cikarak" var olmayi istiyorum. imkanlar bunun önüne geciyor. is yeri yolumuzun kesistigi bir gün hayal ediyorum onunla...yahut da pencereden bakarak onu ugurladigim. hicbiri gercekligin yanindan bile gecmiyor.
o yüzden olacak ki, hayallerimize daldigimiz zamanlarda her seyi bir kenari koyarak ve unutarak seviyoruz birbirimizi. mesafeleri sicacik bir ses ile asiyoruz. isik hizi erisemiyor bize.
yalniz, birgün gercekle yüzlesmek gerekir. mesela telefon faturasi bir gercektir. ya da buzlu yolda kayip düsmek. dis fircalamamak basli basina gercektir ve ":)" yazarken gülmemek...
kapiya dayanan gercek, insani düsündürür. "nasil yapmali da birlikte olabilmeli" sorusunun cevabi bulunamadigi vakit, tüm hayallerin sesi kesilir. vivaldi susar mesela. dört mevsim'de kis bile yasanmaz. her yer ayaz olur. susulur.

sususlarin bile ayrildigi vakitler vardir bilir misiniz?
herkes kendi kösesinde susar. kendi icinde konusur ve digerini dinlemez. digeri anlatmaz da ondan. sorunun cözümü iki kisilikken düsünceler neden tek kisilik dimaglara hapsedilir...bilinmez.

iste böyle tek basina coklu sususlarin ardindan konusulmaya baslandiginda dudaklardan dökülenler ile akildan gecenler bazen birbirini tutmaz.
aklIn fonunda bir klip döner durur...

-nasilsin?
+iyiyim ya sen?
-iyiyim ya ne olsun...
+bugün nostalji yaptik annemle biraz. yüzük(...) babam(...)
-hmm, öyle mi? (gülümsemeler)
+neyse, pek umursamadin sen bunu
-yok canim, sirtim agriyor sadece. kalkip bir dolanayim. hava alayim

bir tarantino senaryosuna evriliyor her sey. olanla bitenden bagimsiz görüntüler tavanda. atlar kosuyor odada ve duvarlar yikiliyor.

gürülsütüz oluyor ama. karsi taraf sesini duyamiyor icteki enkazin. günlük bir konusmada bir kopusun haritasi ciziliyor. "biz" cumhuriyetindeki halklar kendi kaderlerini tayin hakki mücadelesini baslatiyorlar. "sen" ve "ben" olarak ayrilmanin planlari yapiliyor. "sen"in icindeki "ben" ve "ben"in icindeki "sen" deki birtakim mihraklar "ama birlikte kalsak belki de daha güzel bir dünya yaratabilirdik" diyorlar, en demokratik haklariyla...

bu seferlik onlarin sesini dinliyoruz. duvar ustasi cagirmiyoruz ama...yikilan duvarlari rüzgâr ve soguk gecirmesi icin öylece birakiyoruz. deliklerden iceriye giren hava isliklar caliyor basucumuzda. duvarin arkasinda issiz bir kasaba görünüyor. oraya mi varmak niyetimiz ki, yalnizliga karsi birlikte ördügümüz bu duvari yikmayi o kadar istiyoruz?

ve ben, simdi...sabahlari kokan agzindan seni tiksinmeden öpmek istiyorum...ortalikta biri bir yerde, öteki öbür yerde dolanan coraplarin yüzünden sana catmak, beni kapida bekletisine sinirlenmek, senin elimi tutusunla isinmak dilegim.

koparken ve benim icimdeki melodinin sesi kisilmisken...bu olmaz.
elini ver, saglam tuglalari bulalim. cok soguk giriyor iceriye, üsüyorum.

dipnot: 18 subat tarihli bu yazinin akabinde arada bir hafta gectikten sonra, kopulmustur...
kücük prens okumanin öksüz kalmisligina belki de yanisim.

bin vogelfrei und kann kein vogel sein...

0 benim de söyleyeceklerim var

okurken dinlenmesi gereken
karsten troyke /ich will so gern
-sözleri ve de anlami icin de;
kuslar kadar özgürüm; ama bir kus degilim...

***

yasemen, sesine pes kaldigim bir tonda ermenice tembihliyor turnasina...yâre selam söylesin diye.
gözümün önünden bir resim gecirmeye calisiyorum. burnumun sizlayip sizlamadigini kontrol ediyorum. etraftakiler duygulanirsam sorgulayabilir. sorgulanmayi istemiyorum...

"skan maskvama'yi biliyor musun yasemen? biliyorsan söyleme... zeynebim i söylesene...hm, demek onun da sende hikâyesi var. o zaman gel biz seninle ümit besen'den nikah masasi'ni söyleyelim. egleniriz hic degilse"

uykusuzluk, uykusuzluk...uykusuz-suzluk. iki haftadir okumadim dergiyi. hafta sonunda okurum diye düsünüyorum, sayfalarini cevirdigimi metrobüstekilere duyura duyura.

"aslinda almanlarin cogu benim gibi düsünüyor genc bayan"

sesine irkiliyorum tren komusumun. firtina hasebiyle yola düsmüs agaclarin yolumuza cektigi citleri, bu adamla asmak zorundaligi biraz rahatsiz ediyor beni. agzi kokmadigi icin kendimi sansli sayiyorum.

"bergama'nin neredeyse tamaminin berlin'de sergilenmesini dogru mu buluyorsunuz yani? anlayamiyorum...madem ki hadise gercekten tarihi korumak, neden yerinde korunmuyor tarih? idealist bir arkeolog kabul eder miydi sultan'in kendisine bahsettigi sütunlari ve eger düzgün bir devlet egitimi verilmis olsaydi, köylüler hâlâ satmak icin canhiras kapisirlar miydi uygarliklarin mirasini? madem gercekten tüm derdiniz, dünya miraslarini korumak...neden muhatap ülke ile cesitli müzakerelere girip, "müzecilik" egitiminin yüksek standartlara ulasmasi icin caba göstermiyorsunuz? binlerce yili, bir cirpida bir ülkeden baska bir ülkeye tasimak da nesi? en az ingilizler kadar suclusunuz...üzgünüm"

ilk defa 1975 yilinda, simdi amerika'da doktorluk yapan oglu 9 yasindayken sile'ye gitmis arabasiyla...istanbul'a 70 kilometre dedigi dakika "yok ya hu...en cok en cok 30 kilometredir. daha degil" diyorum.
entegrasyon, göcmelik, okuma aliskanliklari, tek cocukluk konulari arasinda gidip gelirken;

"karimla yelkencilige merakliyiz. bir kere marmaris'ten kiralayip cikmistik koylari...gökova cok güzeldir."

gökova...

-hic kimseyle gittin mi gökova'ya? bak dogru söyle bak!
+hayir hayatim...yani koya gitmedim. cok ciddiyim.
-kimseyle gitmemis ol. biz gidelim. ikimizin birlikte yapacagi tatile, daha önce baska bir kadinla gitmemis ol istiyorum.
+peki hayatim. yok yok, gitmedim kimseyle. öyle olsun.



bugünlerde tek tük kelimeler en cok icimi acitan...

kuslar kadar özgürüm; ama bir kus degilim iste...

28 Şubat 2010 Pazar

tek seferlik tecavüzcünün not defteri

6 benim de söyleyeceklerim var

Ismalarma bir tecavüz hikâyesi...Yazdigimi begenmedim, kendimi korkuttu biraz ve okurken de sapkin bir keyif falan almiyorum. Esasinda iyi ki de böyle, yoksa kendimden korkmaya baslayacaktim :/
***


İsten cikmistim. Arabam servisteydi ve hava kis mevsimine ragmen güzeldi. Aksam kizilliginda, gölgeler büyürken yürüyordum. Kafamda günlük telaselerden baskasi yoktu aslinda. Eve gidecektim, iki bira acacak ve de maci izleyecektim. Belki komsu elinden tuttugu oglu ve de cözülememis „isci problemleri“ ile kapima dayanirdi. Ben de cilli veledi mutlu ederdim.
Olmadi bunlarin hicbiri. Cünkü onu gördüm. Hayir, hic de düsündügünüz gibi degilim. Gayet iyi bir isim, sevdigimi düsündügüm bir kadin var. Kirami ödeyebiliyor, gezebiliyor ve yiyip icebiliyorum. Yani sokakta beni gördügünüzde belki saygi bile duyarsiniz; cünkü hirpani degilim her seyden önce. Takim elbisem ve bond cantamla yaninizdan gecerken sizi farketmezdim bile sanirim…
Ne demistim? Onu gördüm. Kizil saclari kürek kemiklerinden asagiya uzanan bir kadin. Kizil sacin kendine has bir kokusu olduguna inaniyorum, insani saran. Yüksek ihtimal güzel olmayan bir kadindir diye gecti icimden. Ne olursa olsun, güzel kokuyordu saclari, aksam vakti. Duyuyordum bunu. Ayak seslerini dinlemeye calistim. Bir kadin hakkinda ayak sesleri cok sey söyler size. Cogunluk dikkat etmez buna; ama ben ederim. Ayrintilari severim cünkü. Ayni yolda ilerlerken , ben onun pesi sira ayak seslerinden karakter tahlili yapmak üzere gidiyordum. Ürkek bir kadin degildi, hareketlerinde belli belirsiz bir zariflik vardi; ama kesinlikle ürkek degildi. Kizil sacli kadinlarda ürkeklik nadirdir zaten. Yuvarlak kalcalari vardi, ki bunu ayak seslerinden ziyade, kafami biraz asagi indirdigimde pantolonunun disindan farkedebiliyordum. Kollarini iki yana sallamadan, sakince cantasina tutunmus gidiyordu iste. Etine dolgundu ve eti kesinlikle beyazdi. Cilleri oldugunu düsündüm, ayni komsunun oglu gibi. Yesil gözleri olmasini umud ettim. Bir kadin ne kadar cirkin olabilirdi ki kizil sacli, yesil gözlü ve cilli olunca? Igrenc disleri ve kivrik bir burnunun olabilecegi geldi aklima. Kalcalarina ve etinin beyazina, ayaklarindan cikan seslere yakistiramadim bunu.
Kendi kendime düsünmekten sikilmistim. Adimlarimi biraz daha hizlandirip yanina dogru seyirttim. Yanina bir adim kala farketti beni, irkildi; ama dedim ya dünyanin en güvenilir adamlarindan biri profile ciziyordum. Kadinin benden korkmasini gerektirecek tek sey yoktu. Takim elbiseli ve bond cantali biriydim…”kusura bakmayin, rahatsiz ediyorum” ile baslayan simdi hatirlamadigim bir soru sordum. Kadin nezaketle bana gülümsedi. Karanlikta gözlerini secmeye calistim. Istedigim gibi, yesildi. Kahverengi olsaydi, bu havada iki kara dügme gibi dururlardi. Ama hayir, acik renkliydiler. Disleri de yamuk degildi ve büyük olmasina ragmen cirkin olmayan bir burnu vardi. Sorumun cevabini aldim…adimlarimi hizlandirdim ve onun önünden evime giden son köseyi döndüm.
Her seye o anda karar verdim diyebilirim. Saclarinin kokusu doldurmustu icimi ve havadan diyebilecegim garip bir istah büyütmüstüm yürürken. O köseyi döneceginden emindim. Dönecekti iste. Adim adim, apartmanima yaklasiyordu. O esnada etraf ciddi ciddi kararmisti, kadinin ayaklarindaki ivediligi hissettikce kanimin damarlarimda durmayacagini düsünüyordum. Vücudumun bana verdigi güvenle kadini durdugum kuytuya cektim, agzini kapattim ve gözündeki dehseti gördüm. “sen mi” bakisiyla karisik leziz bir korkuyla duraksadi. Cirpinmaya baslamadan önceki üc saniyeydi önemli olan. Abuk subuk kitaplardan, insani öldürmeyip süründüren darbelerin neler olacagini ögrenmisligim vardi. Simdi iki secenekti önümde duran, ya bunlardan birini uygulayacak ve gercekten ise yarayip yaramadigina bakacaktim…ya da kadini, cantamdan cikaracagim ve o güne kadar meyve soymaktan baska hicbir ise yaramamis bicagimla tehdit edecektim. Ilki cok cetrefilli geldiginden bicagi cikardim, yumusak sirtina dayadim ve kulagina fisildadim “simdi sakince yukari cikiyoruz. Yumusak ve beyaz teninde simdiden kalici izler birakmak istemem”
Simdi bunlari yazarken bile, parmaklarimin ucunda onun, o anki titremesini duyuyorum. Sevdigim kadina sorsaniz, cok efendi bir adam oldugumu söyler size. Onu kirmaktan, incitmekten haylice korkan bir akliselim. Bir kadinin ellerimin arasinda korkudan titredigini ve bunun beni oracikta zevk suyumla bas basa biraktigini söylesem, hayal gücüme verir bunlari. Oysa ben, o ani her seferinde yeniden yasiyorum.
Cati Katina cikariyorum kadini. Titremelerinin daha da hizlandigini farkediyorum. Eve soktugumda bir an sasiriyor. Gayet düzenli bir ev. Sabah kahvaltisinin bulasigi duruyor masada ve bir sürü yemek ismarlama servis numarasi, buzdolabinin üzerinde. Kadinin agzindan elimi cekemeyecegimi biliyorum, ürkek bir sey olmadigini farketmistim. Bagirabilir ve bundan korkuyorum. Korkum, eglencemin bitmesinden. Yoksa o anda hicbir seyden cekinmedigimi hatirliyorum.
Badanadan kalma eteri bulmak icin banyoya sokuyorum ikimizi. Burnuna dayadigim havluyu koklamamak icin cirpinirken ayaklarina bakiyorum. Sakinlesen bedeniyle birlikte elimdeki bicagi bir yana koyuyorum. Eterle insan bayiltilabilecegini biliyorum; ama ne kadar süre baygin kalacagina dair tek fikrim yok. Onu icin elimi cabuk tutmak gerektigine karar veriyorum. Kadini yatak odasina götürüyorum. Sonra onun orda olmasini istemedigimi ve salonun o ana kadar aklima gelmeyen avantajini farkediyor ,kadini salonun ortasina attigim misafir döseginin üzerine yerlestiriyorum. Yüzüne bakiyorum, az once dehsetten kasilmis kaslarindan tek eser yok. Bu haliyle uyuyormus gibi duruyor. Uyumasini istemiyorum. Uyanik olup, yine o dehset anlarini hatirlamali ve bana, onun dehsetinden gelen zevki tattirmali diye düsünüyorum. Sirt üstü yatiriyor ve ellerini bagliyorum. Ayaklarina bir cözüm bulmak sorunu doguyor. Simdilik ayaklari bagli kalmali…tepinemeyecek kadar berbat hale geldiginde acarim baglarini…
Gözlerini görmek istiyorum, görebilmem icin uyanmasi gerekiyor. Tokatlamaya basliyorum onu, tokatlamanin ise yaramadigini düsündügüm noktada, biraz su getiriyorum. Yukarindan tepesine boca ediyorum suyu. Dösek islaniyor. Umursamiyorum. Bir iki tokat daha sonrasinda gözlerini araliyor. Karsisinda benim yüzümü görünce bagirmak istiyor; ama agzina tikadigim caput ve bagladigim elleriyle sadece boguk bir iki ciglik atiyor. Onu susturmuyorum. Zamaninda dj lik yapan arkadasimdan devsirerek kiraladigim evin bir zamanlar stüdyo olan salonunda istese de sesinin cikamayacagini biliyorum; ama bagirmasi hosuma gidiyor. Yerinden firlayacakmis gibi bakan gözlerinden boncuk gibi yaslar dökülüyor. Gülüyorum. Bir tokat daha vuruyorum kadina. Güzel saclarindan tutuyorum. „Sucum ne diye düsünüyorsun büyük ihtimalle“ diyorum, „Kizil saclarin var…Sadece bu“
Saclarini kokluyorum. Insanlar korkunca kokulari degisiyor diyorlar. Bu dogru; ama saclarinin kokusu oldugu gibi duruyor. Yalvarircasina inliyor, derinden…ne yapacagimi kestiremeden. Aslinda ben de ona ne yapacagimi bilmiyorum. Icimden bir yerlerden gelecek komutlari bekliyorum.
Kadinin boynuna takiliyor gözlerim, sah damarinin atisina sahit oluyorum. Beyaz teninin altinda yesil bir damar. Yasini tahmin etmeye calisiyorum, otuzlarin basinda olmali. Belki de annedir, gögüslerine ilisiyor gözüm. Kalkip inen gögüs kafesine…gögüslerini görmek istedigime karar veriyorum. Bir makas getiriyorum icerden, üstünü kesmek üzere yanasiyorum . tedirgin oluyor, yine bagirmak istiyor. Ama zorluk cikaramiyor. Elleri ve ayaklari engel oluyor ona, öksürmeye basliyor bagirirken. Sutyenini de kestikten sonra hafif sarkmis gögüslerine bakiyorum. Acik pembe gögüs uclarinin korkudan irkildigini görüyorum. Ellerimle onlara dokunuyorum, gözlerini yumuyor. Gözlerini acmasi icin etini buruyorum. Bana bakiyor. Acir gibi bakiyor ve belki de bu bakisin icimde bir seylere dokunmasini bekliyor, oysa normal bir insanin, normal bir günde anormal bir seyler yapmaya baslamasi sonunu getirecegine delalet degil midir?
Tokatlanmaktan sisen yanaklarina bakiyorum, onlara dokunuyorum…dokunuslarimdan tiksindigini anlayabiliyorum. Cok hosuma gidiyor bu. Onu memnun etmek istemiyorum ki, icimdeki vahsiye hizmet ediyorum. Önce karsisina gecip soyunuyorum. Irzina gececegimden bir an bile süphesi olmadan izliyor beni. Düsündügünü yapmiyorum. Bir tutam sacini kökünden kesiyorum makasla ve parmak uclarinin her birinden biraz kan aliyorum…Bir elime buladigim kaniyla karsisinda mastürbasyon yapiyorum. Diger elimdeki sacini kokluyor ve onun hem can acisi hem de dehsetle baktigini görerek zevkleniyorum. Dölümü sacini kesmis oldugum yere bosaltiyorum…
“Bununla kalmayacagimi biliyorsun degil mi” diyorum…O anda ölmemek icin her seyi yapabilecegini anliyorum…Altina isiyor…Onu iyi ki yataga yatirmadim diyorum. Biraz daha pantolonla oturmasi gerekecek. Onu soymuyorum. Sadece üstünde yirtilmis kiyafetleri var ve henüz daha bana karsi koyamayacak kadar yorgun degil, biliyorum…
Aciktigimi farkediyor ve karnimi doyuruyorum. Kadinin da susamis olabilecegini düsünüyorum. Agzindaki bagi cözüyorum. Saatlerdir sessizlikte kalan kadin, bogazindan bir seyler cikarmaya calisir gibi hareketleniyor…”Su ic” diyorum…Reddetmiyor. Yutkunmakta zorlandigini anliyorum. Bagirmaya yelteniyor. Ben gülünce susuyor. “Sence sesini duyabilecek olsalardi, agzini cözer miydim” diyorum. “Altima yaptim” diyor. “Biliyorum, birazdan cikaricam” kayitsizligiyla cevap veriyorum ona.
Saat geceyarisi bire geliyor. Evin icinde ciplak dolaniyorum. Karsimda saclarindan bir tutam aldigim ve parmaklarini kanattigim yari ciplak bir kadin var. Onu öpmeye basliyorum. Öpücüklerime karsilik vermiyor. Karsi da cikmiyor. Teslimiyet halini sevmiyorum. Gögüs uclarina dogru iniyorum. Dil darbelerim, kadinligina konusuyor. Yandaki makasla pantolonunu paramparca ediyorum. Ic camasirini kenarindan bir kesikle cikartip kadini banyoya, ilk geldigi yere götürüyorum. Suyun altinda kalan ve titreyen bedenine bakiyorum. Birazdan benim olacak beyaz tenine, kanamis parmak uclarina, kesik saclarini inceliyorum…
Onu biraz kuruluyor ve salondaki dösegi ters ceviriyorum. Kendimi yine gögüslerinin arasina birakiyorum…gözlerinden akan iki damla yas, beni gögüs uclarindan daha cok erekte ediyor. Parmaklarimi vajinasinin dudaklari arasinda gezdiriyorum, kasiliyor. Istese de istemese de bir kadin oldugunu farkediyor. Elime bulasan sivisiyla dudaklarini mühürlüyorum. Bacaklarinin arasindan vajinasina uzaniyorum. Dilimi her yerinde gezdiriyor ve ufak inildemelerini dinliyorum. Zevk almak istemezken alan bir kadinin ic cekisleriyle inliyor. Ona istemedigi bir seyi yasatiyorum. Bir yandan ikinci kez erekte olan penisimi yokluyorum. Kadinin ayaklarini cözüyor ve ters ceviriyorum. Pantolonundan gördügüm yuvarlak kalcalarinin ne kadar güzel oldugunu bir kere daha görüyor ve az once dilimi gezdirdigim vajinasina arkadan giriyorum. Inliyor. Git gide kücülüyor ruhu gidis gelislerimde. Yuvarlak kalcalarini avuclarimin arasinda parcalar gibi sikiyorum. Hafif mayistigini farkediyorum, inildemelerinin rutinlestigini. Etrafi kolacan eden gözlerim romantik aksamlar icin sevdigim kadinin birakmis oldugu mumlara takiliyor. Hemen dogruluyorum. Kadin susuyor. Arkasina dönemedigi icin ne yapacagimi bilmiyor ve nefesini tuttugunu hissediyorum. Sigara icmem. Mutfakta, ocagi yakmak icin duran cakmaga davraniyorum…Alevi gözlerimi kamastiriyor. Hemen kadinin yanina variyorum. “Hadi biraz oynayalim” dedikten sonra, alevleri sirtina yakinlastiriyorum. Can acisiyla bagiriyor ve ben kizaran etine bakarak icimdeki vahsinin yeni emirlerine itaat ediyorum…Devirdigim mumun her zerresini tenine en kisa mesafeden sirtina damlatiyorum. Her degen damlada aciyla inliyor. Artik sizlanmaya basladigini görüyorum…Acidan bayilmasini istemiyorum, her sey onun bilinci yerindeyken olmali. Mumu bir yana birakiyor ve sirtinda tirnaklarimi gezdiriyorum…kuruyan mum parcalarini kaziyor ve altindaki kizarik tenine elimi degdiriyorum. Bembeyaz vücudunda kirmizi lekelerle hasta insanlara benziyor. Parmaklarimi yine vajinasinda gezdiriyorum. Ordan bir parca sivi aliyor ve kic deligine parmagimi sokuyorum. Tüm ayva tüylerinin saha kalkisini izliyorum…parmagimi geri cekip sirtindaki kizarikliklarda gezdiriyorum…Onun cektigi aci ve korkuyla bir kere daha sertlesen erkekligimi o kücücük delige dayayip nefes alisini dinliyorum. Basina gelecegi az cok biliyor ve ne zaman olacagini kestiremeden bagli ellerini dösegin kenarina tutturmus, cözülmüs ayaklarini kasarak bekliyor. Hicbir sey düsünmeden, bir kerede tüm erkekligimi kicindan iceri sokuyorum. Mum yaniklarinin basaramayacagi bir ciglik yükseliyor bedeninden. Bu ciglikla icimdekinin emirleri serilesiyor. Tirnaklarimi sirtina gecirdigim kadinin icinde deviniyorum. Gidis gelislerim zor; ama yine de ivedi oluyor. Cigliklari, izole edilmis odanin disina cikamiyor; ama beynimin en ücra köselerinde yankilaniyor. Acidan bayildigini ve bu yüzden sesinin kesildigini idrak ettigim zaman, coktan bosalmis ve sirtindaki tirnaklarimi battiklari yerden cikarmis oluyorum. Biraz once yerlerinde tirnaklarimin oldugu, hilal seklindeki morluklar carpiyor gözüme. Icinden cikarmadigim penisimin, kic deliginde ufak yaralar actigini görüyorum. Ikinci kez, bu kadinin kanina bulasiyorum. Yüzünü ceviriyorum. Bayginlik icinde nefes aldigini, kesilmis saclariyla cirkinlestigini farkediyorum. Ama gögüsleri hâlâ güzel ve pembe halkalar gibi gögüs ucu cevresi…O güzelliklerin onda kalmasini istemiyorum. Kenarda sönmüs mumu bir kere daha yakip aleviyle onu uyandiriyorum… yesil gözleriyle karsilastigimda atesi gögüs uclarina yanastiriyorum. Cigliklar atiyor yine ve bagli ellerinin kan oturan yerlerinin acisina ragmen ileri geri tepiniyor. Dermansiz bacaklarindan medet umuyor. Son kez, ince bir ciglikla kendinden geciyor. Gögüs uclarinin su topladigini görüyorum…bedeninde yarattigim tahribata bakiyor ve kendimle gurur duyuyorum.
Saclarini kestim, gözlerini aglamaktan sisirdim, yanaklarini tokatladim, o güzel kalcalarini yirtarcasina becerdim onu ve bicimli, beyaz sirtinda kolay iyilesmeyecek izler biraktim…son olarak gögüs uclarini aldim elinden…
Ellerimle bitirdigim ve artik güzel tek yani kalmayan bu kadini ne yapacagimi hesap ediyorum…

19 Şubat 2010 Cuma

coraline'imin kumasi, stopmotion prensi: mary and max

1 benim de söyleyeceklerim var


bazen, king benim kafama vura vura "bu filmi izleeee" diyor. ben de izlemiyorum. onun önerdigi filmleri midem kaldirmiyor arkadasim...yoksa ben normalde, dikkatle takip ettigim insanlarin "bunu kacirma" dedigi seyleri kesinlikle denerim. ceres de bunlardan biri oldu son zamanlarda. king gibi sadist filmlere sardirmadigi icin, gayet de makul seyler koyuyor önüme.

stopmotion animasyon filmlerine karsi ayri bir saygi duyuyorum. bu filmlerden, sessiz olan birini izledikten sonra, bir bucuk yil süren yapimina dair bir de belgesel izlemistim. 30 dakikalik olan filmin sadece %10 kadari bilgisayar ile yapilmisti ve müziklerinden dekoruna, oradan cekimine kadar bir sürü emek ve yüzlerce insan isin mutfaginda yer aliyordu. o dakika dedim ki "dostum sandmann'a(1) da bayilirdin zaten sen"

o gün bugündür, bir animasyon stüdyosu "stopmotion film yaptik biz" dese, benim tüylerim diken diken olur. kendimden gecerim.
iste bunu bilmeden, haberim olmadan sadece "animasyon" deyü izlemeye karar verdim mary and max'i.

-girizgahlarimin cok uzun oldugunu biliyorum; ama öyle iste-

film baslar baslamaz bir le fabuleux destin d'amélie poulain havasi sezinledim ben. hani yani yalnizlik olsun, kendini eglendirmek olsun ve ilginc ayrintilara dikkat etmek olsun...arka plandaki hikâye anlaticisinin da bunda payi büyük tabii ki.

"adam" i izlemis biri olarak, max'in hastaligina dair bir seyleri kafamda zaten canlandirmistim...ama onun "disability" olarak kabul etmedigi bu seyin, dünya üzerindeki tek "elle tutulur gözle görülür" arkadasi tarafindan bile coook sonra "ütülenebilecek bir sey" olarak görülmesini hesaplamamistim.

olaylardaki abartisiyla, duygusalligiyla, dünyanin eksikler ve fazlalarin birbirini dengelemesiyle döndügüne dair yapilmis harika bir film izledim ben.
hikâyesi haricinde spoiler yapilabilecek o kadar cok lâf, söz var ki...

bence siz benim gevezeligimi birakin da, izlemediyseniz bunu izleyin.
ahan da size link:
(1) sandmann dogu almanya'da cocuklar yataga gitmeden önce oynatilan bir stopmotion kahramanidir. sandmann bir külttür yanisi.

12 Şubat 2010 Cuma

bende gizli oldugunu sezenler olmus

0 benim de söyleyeceklerim var
ümmüsen'in tiz sesini telefona fon olan müzikte duyan sevgilim "askim o ne? yollasana bana ben bilgisayari acinca" demis idi.
ümmüsen ile derya köroglu'nun nun düeti iste. sözleri ayri güzel, müzigi ayri. birinin yumusacik, digerinin de tiz sesi birlesince. artik ne olmus...nasil olmus...güzel olmus!

dinleyelim,

sezenler olmus

"bir gittin ki sus oldu, pusa büründü hisar"

0 benim de söyleyeceklerim var
doruklan ceylan isimli bir kullanici var vimeo üzerinde. ben adamlarin hastasi oldum.
ütopyalar güzeldir parcasi favorim tabii ki.
beste güfte ferhan sensoy abimizdenmis...
sözler icin;
Düşten de mor bir aşkı, yaşadın da gittin yar
Bir gittin ki sus oldu, pusa büründü hisar
Bir vapur dumanıyla sanki gelecek gibi
Bir gün gelecek elbet, ütopyalar güzeldir
Onu bana verseler vermeseler ne yazar
Ben bir kadın sevdim ki evim artık gül kokar
Bir vapur dumanıyla sanki gelecek gibi
Bir gün gelecek elbet, ütopyalar güzeldir

ama o nasil bir cekimdir falan ya. hayatlarina girmek istedim adeta.

dinleyelim ve izleyelim;
ütopyalar güzeldir

ayni daldaydik...ayrildik...

0 benim de söyleyeceklerim var
bunu bana dinletene lanet okuyorum esasina bakarsaniz, emme...öyle iste.
cok güzel olmasinin yani sira, acayib de...
nazim'i henüz ünol büyükgönenc'ten dinlemeyenleriniz varsa buyursun dinlesinler. ben yapi ile yapicilar'i dinlemis idim tee eskiden...ama bu taze bitti sayilir;

ayni daldaydik-ünol büyükgönenc
 

biracayibkadın Design by Insight © 2009